Ukrayna’daki savaşın asıl suçlusu NATO mu?

Ukrayna’da savaşın başladığı gün Türkiye’deydim. 17 Şubat’ta İstanbul’daki bir konferansa katılmak üzere Ukrayna’dan ayrılmıştım. Dönüş biletimi bir hafta sonrasına almıştım. O bileti kullanabileceğim günü hala bekliyorum…

ANALİZ
2022-04-18 19:12:39

24 Şubat sabah köründe Kyiv’de ve Ukrayna’nın birçok ilinde ilk Rus uçak bombalarının patlama sesleriyle dünya yeni gerçeklere uyandı. Bu yeni realitede evime dönemiyordum ve bir dış politika uzmanı olarak çalışmalarıma uzun yıllardan beri tanığım ve sevdiğim Türkiye’den devam etmeye karar verdim.

Fakat kısa bir zaman içinde Türkiye’yi de eskisi kadar iyi bilmediğimi ve Türkiye’nin de kendi yeni gerçeklerine alışmam gerektiğini anladım.

Merkezi kanallardan birinde ilk katıldığım canlı yayında Ukrayna topraklarında Rus ordusu ilerlerken, Rus askerleri 10-14 yaşındaki Ukraynalı kız çocuklarını vahşice tecavüz ederken ve Rus tankları çatışma bölgelerinden kendi arabalarında tahliye olmaya çalışan Ukrayna sivillerini ezmeye devam ederken Türk akademisyenleriyle yorum yaptığımız televizyon stüdyosunda asıl savaş sorumlusunun Rusya değil ABD ve NATO olduğunu ‘öğrendim’. 

Meğer NATO “Ukrayna’yı kışkırtmış”, “Rusya’yı kuşatmış”, “agresif genişleme politikasıyla Rusya’nın kendi güvenliğini tehdit etmiş” ve bütün bunlardan faydalanarak “Türkiye’yi zayıflatarak çökertme” peşindeymiş.  

Bu yayında Ukrayna’nın bağımsız ve egemen bir devlet olarak ‘büyük devletlerin kurbanı’ olmadan, ‘iki yüzlü Batı ülkelerince’ kışkırtılmaya maruz kalmadan, kendi halkının iradesiyle agresif Rusya’dan kendini savunmak üzere kolektif güvenlik sistemine katılmak istediğini; bu isteğin de Rusya’nın bölgedeki yayılmacı politikasının doğal bir sonucu olduğunu; NATO’nun Rusya’yı ‘provoke etmemek’ üzere Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerin üyelik başvurularını şu ana kadar kabul etmediğini ve böylece – genişlemek suretiyle değil de tam tersi genişlemekte tereddüt etmek suretiyle – Rusya’nın askeri tırmanma yoluna gitmesinin mümkün kıldığını; sonuçta Türkiye’nin de 1952 yılından beri NATO’nun üyesi olduğunu ve bu ittifakın Rusya’yı parçalama gibi herhangi sinsi planlarının olmadığını gayet iyi bildiğini bir türlü anlatamadım. 

Belki Türkçem yeterince akıcı olmadığı için.

Belki de Rus propagandası fazlasıyla akıcı olduğu içindir…     

Bahsettiğim ilk yayından iki ay geçti. Bu arada kanallar, uzmanlar ve sorular değişiyordu fakat değişmeyen tek bir şey vardı: Türk analistlerinin dile getirdikleri ‘Rusya ile işbirliği gerekliliği’ ve ‘Amerika’nın bölgeyi karıştırma niyetleri’ imiş… Klasik bir örnek olarak da bu konuşmaların devamında illa ki Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi, Afganistan’ı ve en son Ukrayna’yı da anmak şarttı. 

Bu görüş birliği, Türkiye’deki muhafazakâr ve liberal, İslamcı ve Atatürkçü, milliyetçi ve solcu, iktidar ve muhalif güçlerin bu kadar uyum sergilediğini gördüğüm nadir konulardan biriydi. Kendi görüşlerimin doğrululuğunu sorgulamaya başladım. Sonra da geçenlerde yayımlanan sosyal anketlerde şahsi intibalarıma ispat buldum. Sonuçlarına göre Türk halkının büyük çoğunluğu Ukrayna halkına destek verirken %34’ü savaştan Rusya’yı sorumlu tutuyor, %48’i ise ABD/NATO’yu suçluyormuş.

Geçmişteki bölgesel savaşlarla ilgili (en azından bu yazıda) yorum yapmadan şu an devam eden Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimiyle alakalı birkaç önemli detay netleştirmekten kendimi tutamam.

Birincisi olarak, Rusya’nın bölgedeki komşu ülkelerini işgal etmeye ve eski Sovyetler Birliğini restore etmeye yönelik yayılmacı politikası 24 Şubat’ta Ukrayna’da başlamadı. Hatta Ukrayna’nın Kırım’ını işgal ve ilhak ettiği, ardından da Donetsk ile Luhansk bölgelerini işgal ettiği 2014 yılında bile ortaya çıkmadı.

Türk uzmanlarının sevdiği ‘Amerikan usulü’ zincirleme bölgesel ihtilafları konseptine başvuracak olursak, Rusya’nın 1992’da Moldova’daki Transdinyester, 1991-1993’te Güney Osetya ve Abhazya, 1992-1994’te Dağlık Karabağ ihtilaflarındaki rolünü, yeni dönemde ise 2008’da Gürcistan’da ve 2014’te Ukrayna’da başlattığı haksız savaşları hatırlatmak lazım. Böylece SSCB’nin dağılmasından sonraki birkaç yıl içerisinde Kremlin’in ‘diplomatik çabaları’ sonucunda Türkiye’nin barış ve istikrarın tesis edilmesine çalıştığı Karadeniz bölgesinde istikrar diye bir şey kalmamış, post-Sovyet coğrafyasında Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Örgütü olarak oluşturulan GUAM (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova) teşkilatı da fiilen bir ‘Rus saldırganlığının kurbanları birliği’ haline gelmiştir. 

Daha geniş bir coğrafyaya bakacak olursak, bu listeye farklı dönemlerde Kremlin’in ‘özel operasyonlarına’ maruz kalan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Suriye, Libya gibi ülkeleri eklemekte fayda var. Bu tabloya Rusya’nın PKK’ya ve bölgede faaliyet gösteren diğer terör örgütlerine en üst düzeyde verdikleri siyasi ve askeri teknik destekleri katarsak NATO’nun

Rusya’yı değil, tam tersi Rusya’nın Türkiye gibi NATO ülkelerini tehdit ettiği belli olacak.  

İkincisi, sadece Ukrayna’ya bile odaklanacak olursak Rus yönetiminin Ukrayna’yı bağımsız bir devlet olarak işgal etme, Ukrayna halkını da ayrı bir millet olarak yok etme çabalarının da 2022’da ya 2014’te başlamadığını göreceğiz. Ukrayna tarihini en az bil Rus İmparatorlarının Ukrayna dilini yasaklayan talimatlarından   tutun Stalin rejiminin kurşuna dizdirdikleri Ukrain entelektüel elitlerinin kitle katliamlarına kadar Rus yönetiminin geçmişten bugüne kadar tek amacı, kendine Ukraynalı diyebilecek tek kişinin dahi kalmamasıdır. 

1932-1933 yılları arasındaki Holodomor (açlıkla ölüm) olaylarına yol açan devletin kıtlık yaratma politikası; Ukrayna’nın çok kültürlü liberal toplumunun ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri, Kırım Tatarları ve kendine özgü kimliklerine sahip başka etnik grupların toplu olarak sürgüne gönderilmesi gibi Ukrayna milliyetçiliğini kökten alma çabalarının geçmişte olduğu gibi bugünlerde de sürdürülmesini görüyoruz. 

2022’da da Rus işgali altında bulunan Ukrayna şehirlerinde Ukrayna’ya bağımlılıklarını seslenmekten çekinmeyen aktivistler, akademisyenler ve insan haklı savunucuları ilk sırada tutuklanıyor, işkencelere tutuluyor ve öldürülüyor. Türk ve Müslüman topluluklarının ağırlıklı olarak yaşadıkları Mariupol ve Ukrayna’nın güney bölgelerinden kadın çocuk demeden rehin alınan siviller pasaportları alındıktan sonra zorla Rusya’nın en uzak bölgelerine gönderiliyor. Ukrayna’da açlık yaratmak üzere hububat siloları, buğday depoları, tavuk çiftlikleri ve her türlü tarım altyapısı savunma tesislerinin yanı sıra şiddetli bir şekilde füze saldırılarıyla yerle bir ediliyor. Tutarlı devlet politikası bu olsa gerek…

Son olarak, Ukrayna için bu savaşın NATO ile alakalı olmadığını söyleyeyim. Bunu anlamak üzere bu aşamada ne Ukrayna’nın NATO’ya katılmaya hazır olduğunu, ne de NATO’nun Ukrayna’yı kabul etmek için yeterince siyasi iradesinin bulunduğunu hatırlatmak lazım. 

Aslında Ukrayna’nın NATO’ya katılma isteğini can pahasına savunmaya hazır olmasının tek sebebi var. 

O da yine de NATO ile alakalı değildir. 

Ukrayna halkının kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etme hakkı ile alakalıdır.

Ukrayna yönetiminin sadece iç politikada değil dış politikada da egemen devletin kanuna uygun bir şekilde seçilmiş bir hükümet olarak özgür ve bağımsız bir şekilde karar alma etkisiyle alakalıdır. 

Birkaç yıl önce NATO ve AB üyeliği Ukrayna’nın Anayasasına ayrı bir madde olarak eklenmişti. Anayasa’yı uygulamak kadar doğal bir şey olmadığı Türkiye’de sorgulanamaz diye düşünüyorum.  

Daha da önemlisi, NATO’yu kenara bırakalım. Yarın öbür gün Ukrayna, Türkiye, Gürcistan, Romanya gibi ülkeler bölge sahipliği ilkesine dayanarak güvenlik işbirliklerini geliştirmek isteseler de Rusya yine buna karşı çıksa o zaman ne yapacağız? Rusya savaşla Ukrayna’yı, Türkiye’yi tehdit etse kimi suçlayacağız? Gazla şantaj yapsa? Ambargolarla ekonomiyi zedelemeye çalışsa? Turistlerinin ülkelerimizde tatil yapmalarını yasaklasa? Yine ‘provoke etmemek için’ Rusya’nın oyun kurallarını kendi zararımıza kabul edecek miyiz?

Kendini bölgesel lider olarak gören bir ülke bu durumda ne yapacak? 

Herhangi bir dış politika kararı almadan önce Rusya’dan müsaade istemeyi kendine yakıştıracak mı? 

Türkiye adına bu cevabı veremem. 

Ukrayna adına verebilirim. 

Ama sanırım gerek yok, bu cevabı her gün Ukrayna şehirlerinin meskûn mahallelerini hedef alan Rus bombalarının ve Rus füzelerinin patlama seslerinde zaten duyuyorsunuz. 

Eugenia Gaber






Prev

Osmanlının Geride Bırakmak Zorunda Kaldı...

Next

Amerika Birleşik Devletleri en yeni kami...


Add Comment